MUHSİN
YAZICIOĞLUNUN HAYATI 
12
Eylül'ün ardından elektrikten falakaya bütün işkencelerle tanıştı,
idamla yargılandı. 7 yıllık mahpus hayatında annesiyle sadece bir kez görüştü.
Annesi bunun ardından hastalandı, dizleri tutmaz oldu. Şimdi, gençliğin
kullanıldığını söyleyerek, her dönemde, herkesten çok acı çekenlere işaret
ediyor: "Biz ne çektiysek, onun birkaç katını analarımız çekti."
Muhsin
Yazıcıoğlu, müderris geleneğine sahip bir aileden geliyor. Soyisimlerini de
bu sebeple almışlar. 1954 doğumlu olan Yazıcıoğlu, Horasan'dan Hatay'a,
oradan da Sivas'a göç eden bir ailenin çocuğu. 'Milliyetçilik' fikri ile
lise yıllarında tanışır. Nihal Atsız'dan aldığı milliyetçiliğe Necip
Fazıl ve Seyyit Ahmet Arvasi'den 'manevi' yönü ekleyerek fikirlerini dengeye
oturtur.
Alparslan
Türkeş'in 1969'da yolu Şarkışla'ya düşer. Verilen bir yemekte, tesadüfen
karşısına oturunca tanışırlar. Sivas'ta irtibatlı olduğu hareketle
Ankara'da da ilişkisini kesmez. Bütün aktif görevlere katılır. Türkeş'in
Kader Sokak'taki evinin korumalığını sağlamak için tutulan dairede görev
alır. Çevresinin hızla genişlemesi Yazıcıoğlu'nun adının duyulmasına
sebep olur. Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı'na kadar yükselir.
Yazıcıoğlu
en verimli yıllarını ‘Mamak zindanlarında’ geçirir. 12 Eylül, Yazıcıoğlu’nun
hayatını yeni bir mecraya sürükler.
12
Eylül İhtilali'nde Sivas'tadır. İhtilali duyunca anne babasını ziyaret için
köye gider, ellerini öpüp bundan sonra olabilecekleri anlatır: "Önümüzdeki
günlerde radyolardan benim için teslim ol çağrısı yapabilirler, sonra
yakalandı, vuruldu derler. Sonra da idamla yargılanıyor derler. Bunların hiçbirine
aldırmayın. Siz bana güvenin, canınızı sıkmayın." Dediklerinin
tamamı olur. Fakat oğulları bunları önceden söylediği için, anne ve
babanın gönülleri ferahtır. Annesi, oğlu cezaevinden çıktıktan sonra şöyle
diyecektir: "Eğer oğlum, gelip bunları söylemeseydin ben aklımı oynatırdım."
Muhsin
Yazıcıoğlu, 12 Eylül'de önce köyüne, oradan da Ankara'ya rahat
gidebilmesini şöyle açıklıyor: "Emrullah Soybayraktar ismini kullandım.
Öyle özel orijinal bir mesele değil. İhtilal olunca ben nüfus cüzdanımı
Emrullah Soybayraktar şeklinde değiştirdim. Bir yerden yardım almadım.
Tamamen kendi hüviyetimin üstünde yaptığım şey."
C–5
işkencesi
Yazıcıoğlu,
Mamak Cezaevi'nde uzun sorgulardan geçirilir. Halen unutamadığı C–5'i
anlatırken sanki o günleri yaşamaktadır: "Çırılçıplak soyup,
omzumuza bir kalas koyuyorlar, o kalasın üzerinde çengeller var, çengellere
(T) şeklinde asıyorlar. Ondan sonra ayağınızın altına sandalye
koyuyorlar. Parmaklardan, uzuvlardan cereyana bağlıyorlar. Onların istediği
şekilde konuşmadığında, ayağınızın altındaki sandalyeyi çekiyorlar.
Ayaklar boşlukta sallanırken cereyana veriyorlar. Ondan sonra sırtınıza
adam bindirip gezdiriyorlar. Yemek yedirmiyor, su içirmiyorlar. Normal
zamanlarda da bizi sandalyalere oturtup arkamızdaki demirlere bizleri kelepçeliyorlardı.
Boynuma ot yastık koyuyorlardı. O yastık bir müddet sonra ağırlaşıyor.
Sonra falakaya yatırıyorlardı.”
Yazıcıoğlu,
cezaevine girdikten sonra annesi ile bir kez görüştüğünü söylüyor. Görüş
yerine getiriliş şeklini ailesinin görmesini arzu etmediği için ziyarete
gelmelerini istemiyor. Annesi ile bir bayram günü görüşüyor. Bunun ardından,
Annesi üzüntüsünden hastalanıyor. Ayakta duramaz, dizleri tutmaz oluyor.
Tedavi oluyor; ama bir türlü iyileşemiyor. Yazıcıoğlu annesinin durumunu
anlatırken, "Ben cezaevinden çıktım. Köye gittim. Annem beni görünce
yürümeye başladı. Biz ne çektiysek, onun birkaç katını analarımız çekti."
diyor.
'Bozkurtlar
Çiftliği' hayali
Yazıcıoğlu,
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi mezunu. 'Neden veterinerlik?' diye
sorduğumuzda altından başka bir hikaye çıkıyor: "Biz lisedeyken, dört
arkadaştık. Hayalimizde bir 'Bozkurtlar Çiftliği' vardı. Onun için bir
doktora, bir eğitimciye, bir ziraatçıya ve bir de veterinere ihtiyaç vardı.
Bu çiftlik için yer aradık. Bir arkadaşım tıp fakültesine, biri öğretmenliğe
bir diğeri de jeoloji mühendisliğine girdi. Bana da veterinerlik kaldı. En büyük
projemiz Anadolu'nun zeki, gürbüz çocuklarına sahip çıkmaktı."
Muhsin
Yazıcıoğlu, cezaevinden çıktıktan sonra evleniyor. Firuze ve Fatih Furkan
isminde iki çocukları var. Bir çocukları ise doğumdan sonra vefat etmiş.
Yazıcıoğlu, "Ben gece gelir, çocukları uyandırırım. Sütlerini içiririm.
İçine de bal atarım. Bundan çok büyük zevk alırım. Onlar da hoşlanırlar."
diyor.
Yazıcıoğlu
kendini şair olarak görmese de çok sayıda şiiri var. "(Ben şairim)
demek şairlere saygısızlık olur." diyen Yazıcıoğlu, şiir sevgisini
Mamak'a da taşımış. Ülkücüler arasında şiir yarışması düzenlemişler.
Sadi Somuncuoğlu, Nevzat Köseoğlu gibi kalemşörler de bu yarışmaya katılmış.
Zaten ödül olarak dağıtılan kitapları da onlar almış. Somuncuoğlu'nun
'Destan' isimli şiiri, Yazıcıoğlu'nun hala aklında. (Sadullah ÖZCAN)
Dost
ölümünü rüyada gördü
Muhsin
Yazıcıoğlu, 12 Eylül döneminde aranırken hâlâ unutamadığı bir rüya görüyor.
Çok
sevdiği arkadaşlarının babası olan Cemal Bölücek’le ilgili rüya. Rıza
Müftüoğlu’nun ‘Muhsin’in arkasındaki’ adam dediği Cemal Amca. Yazıcıoğlu’ndan
dinliyoruz: “Rüyamda yolda gidiyorum. Bir kocaman kamyon üstüme doğru
geliyor. Beni ezecek. Fakat birden Cemal Amca, kamyonun önüne dikildi. Kamyon
ona çarptı. Ama Cemal amca dimdik ayakta kaldı. Ağzının kenarından az bir
kan aktı. Gecenin 2’sinde kalktım. Hemen Sivas’ı aradım. Oğlu Hasan çıktı.
Ona, –Cemal Amca nasıl? diye sordum. –İyi bir şeyi yok.– dedi. O arada
Cemal Amca’nın sesini duydum– Arayan kim?– diye. Hasan da beni Sivas’a
çağırır endişesiyle başka bir isim söyledi. Sonra yine yattım. Aynı rüyayı
yine gördüm. Kalktım, yeniden Cemal Amca’yı aradım. Yine karşıma Hasan
çıktı– Babamı biraz önce kaybettik.– dedi.” Ölüm haberini alır
almaz İstanbul’dan otobüse atlayıp Sivas’a gidiyor. O Sivas’a varmadan
bir gün önce cenaze defnedilmiş. Otobüsten iner inmez kimseyi görmeden
Cemal Amca’nın mezarını buluyor. Dua ediyor. Mezarın çevresini güzelce düzenliyor.
Cuma namazı sonrası oğulları mezarın düzenlenmiş olduğunu görünce Yazıcoğlu’nun
geldiğini anlıyorlar.
Yokluk
aşını iyi bilirim
Muhsin
Yazıcıoğlu, uğraşmaya vakit bulamasa da yemek yapmayı iyi biliyor. Hem de
mantı yapacak seviyede.
Mantı
pişirmeyi, plav yapmayı öğrencilik yıllarından öğrenmiş. Yazıcıoğlu,
iki meşhur yemeğini ise, 'menemen ve şaştım aşı' olarak açıklıyor. Şaştım
aşını evde ne bulunursa ondan yapılıyor. Yani aslında 'Yokluk aşı'. Yazıcıoğlu,
devamlı seyahatte bulunmasından dolayı, evde hanımına yardım etme fırsatı
bulamadığından yakınıyor. Hamur işini sevmesini ise 'Millet olarak
genlerimizde var' şeklinde yorumluyor.
Yazıcıoğlu'nun
cezaevinde vazgeçemediği sebze ve meyvesi: 'Maydanoz ve limon'. Aslında çok
sevdiğinden değil; yokluktan. Yazıcıoğlu, "Diğer arkadaşlar ihtiyaçlarını
gidersinler diye ben meyve sebze almazdım. Bunların yerine maydonoz ve limonu
bol alırdım." diyor. Maydanozları çiçek demeti gibi yapıp, boş hipo
kutularına koymuş. Maydanozlara bakarak, kendini ormanda, çayırda hayal etmiş.
Yazıcıoğlu, hücrede olduğu için, devamlı duvara bakmak yerine
maydanozlara bakarak, gözlerinin bozulmasını da önlediğini söylüyor.
Sonra da bu maydanozları, üzerlerine limon sıkarak ekmekle yerlermiş.
Muhsin
Yazıcıoğlu'nun cezaevinde unutamadığı bir hikayesi de çayla ilgili. 5 yıl
idarenin sabahları verdiğinin dışında hiç çay içmemiş. Sebebini ise,
bir dönem paralarının azalması yüzünden, çay demlemeyi kısıtlaması
olarak açıklıyor. Fakat bu karara Adanalı bir ülkücü, "Bir çayımız
var. Bari ona dokunmayın." diye sitemde bulunmuş. Havalandırmaya çıkılınca
bu arkadaşına kızmış, ama söylediği sözler de içine oturmuş. O üzüntü
ile 'Çay içmeyeceğim.' demiş ve 5 yıl içmemiş. Neden çay içmediğini de
arkadaşlarına söylememiş.
'Deli
Yürek'i seyrediyor
Yazıcoğlu’na,
Türkiye’de bir dönem yaşanılanların anlatıldığı ‘Deli Yürek’
dizisinin neresinde olduğunu soruyoruz.
“Deli
Yürek’in hiçbir yerinde değilim.” diyor. Ama ekliyor: “O dizi Türkiye’nin
fotoğrafıdır. Menfaatleri içn kavga edenlerle, ülkesi için kavga edenlerin
birbirine karıştığı Türkiye’nin manzarasını veriyor. Senaryo yazarı
Ömer Lütfü Mete’yi tanırım. Kişiler ve olaylar arasındaki ilişkileri
çok eskiden takip eden bir kişi. O nedenle senaryonun gerçek hayatı yansıtmasını
kolaylaştırıyor. Bir de dizideki ‘Yusuf’un en yakınındaki ‘Reis’
lakaplı ‘Sabri’ rolündeki Ahmet Yenilmez, İstanbul il yönetimimizde.”